24 Eylül 2009 Perşembe

Babanı en son ne zaman gordun?

Bazen bir film izlersiniz hayat degisir ya da baska bir film izlersiniz hayatiniz gozlerinizin onunden gecer bir film seridi gibi… Bir film izlersiniz ya da, bu sefer kendinizi yerine koyarsiniz sectiginiz karakterin. “Ben olsaydim onun yerinde…” diye gecirirsiniz icinizden, “onun kadar cesur olabilir miydim, onun kadar iyi dovusebilir miydim gecmisi golgeleyen yaralarla?” Bazen bir film izlersiniz yazmak istegi uyandirir sizde. Ya da baska bir film izlersiniz kendi hayatinizdaki bir seyle bag kurarsiniz arasinda. Adini bile hatirlamazsiniz belki bir sure sonra filmin ya da kimin oynadigi hakkinda en ufak bir fikriniz bile olmaz uzerinden belirli bir zaman gectiginde. Yasamis olmasaniz da yasamis kadar olursunuz ve ozdeslestiginiz karakter, bag kurdugunuz olay, uzerinde dusundugunuz dialog uygun bir zaman kollar, gun gelir size yol gosterici bir rol oynar hayatinizda.

İyidir sinemaya kaptirmak, kaptirik olmak. Yasamiyorsak, yasayanlardan dinleriz hayatin farkli melodilerini...

Bu film de oyle bir film... Duygulari uyandiran cinsten. Babasindan sonsuza dek ayrilacagini idrak ettigi an icine dusen atesle, tum gecmisi sorgulamaya baslar Colin Firth’in canlandirdigi karakter.Sevgi, nefret, ofke, acima gibi tum uc duygulari babasina besleyen, bu agir yuku yillarca pesinde surukleyen birinin bundan kurtulmasi elbette cok kolay olmayacaktir...


Filmi seyrederken ben de dusundum babami en son ne zaman gordum diye... Ruzgarli bir geceydi, uzerimi ortmeye gelmisti babam, karanlikta belli belirsiz gordum onu. Panjuru indirdi ruzgardan korumak icin beni... 10 sene onceydi. Sonra sessizce sonsuzluga karisti. İsmi Savas'ti ama baristi varligi. Geride bende sonu olmayan bir huzun kaldi.


Dunden sonra, yarından once yasam durur!


Ufuk Çizgisi aramızdan ayrılmış. Yalnızca takma ismiyle hafızamda yer almış, kısa bir an yaşamlarimiz kesismis... Bir duaymıs son satirlarini dolduran. "İsin, evladin, omrun ve olumun" hayirlisini dilemis. Olumun de hayirlisini dilemek gerek elbette. Aci cekmeden, kimseye cektirmeden... Var olus amacini kesfedip, gerceklestirdikten sonraki huzurla. Arkanda kirginlik birakmadan, usulca... Yasamak ve yasamamak arasindaki ince cizgide yol alirken, dokundugumuz yasamlara ne katabildigimiz, kendimizi ne kadar dogru ifade edebildigimizin farkındaliginda.

Ufkumuzda yeni bakis acilari cizdigin ve kendini bizlere ictenlikle actigin icin tesekkur ederiz sana, rahat uyu Ufuk Cizgisi.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Bana Hukmet!


Yazmaya deger bir film daha izledim. Bugunlerde daha cok filmlerle yasiyorum sanirim. (Sibo, dun gece tum iyi niyetimle Twilight'i izlemek icin koydum dvd'yi, calismadi)
Bahsedecegim filmin ismi Reign Over Me -Bana Hükmet... Cok sevdigim bir adam Adam Sandler basrolde. 2007 yapimi.

Sokaktan gecerken scooter'ın üzerinde universitedeki oda arkadasi Charlie'yi (Adam Sandler) gorur Alan... Uzun zamandir gormedigi icin ve aslinda arayip da bulamadigi icin heyecana kapilir. O gun yakalayamaz ama kader onlari bir kez daha karsilastirir. Charlie Adam'i hatirlamaz ama birlikte takilmaya baslarlar. Charlie tuhaftir. Kopuktur. Kulagindaki muzikle yasar. Hayattan fisini tamamen cekmis gibidir. Alan arkadasi icin elinden geleni yapmaya baslar/calisir. Ama onu hayata geri cekmek ciddi bir mucadeledir.

Charlie yuksek sesli muzikle dolastigi gibi yuksek sesle batari de calar... Kafa sesini duymaktan korkuyordur... Neden mi? Filmi izlemeniz gerekiyor... Sonlara yakin mahkeme sahnesinde Adam Sandler'ın kulakligina siginip, kendini ortamdan kapatmaya calistigi bolumde goz yaslarimi tutamadim.

Adam Sandler'i zaten cok severdim. Bu filmdeki performansiyla kalbimdeki yerini biraz daha saglamlastirdi. Psikiyatrist rolundeki Liv Tyler'ı ise baya bir estetiklenmis gordum. Yazik dedim icimden cok guzeldin zaten, ne gerek vardi. Magazinlerden birinde okuduguma gore bu estetik yuzlere Pillow Face/Yastik Yuz deniyormus. Gecenlerde Meg Ryan'ı izledigimde de cok hayiflanmistim yeni yuzu icin. Her neyse konudan sapmayalim.

Film Digiturk'te oynuyor. Eylul ayi icinde izlenebilir...

11 Eylül 2009 Cuma

Bir dahi, bir sizofren, bir muzik, bir dunya ustu deneyim firsati...

Klasik muzigin iyisine denk geldiginizde, siz de arindiginizi, ilahi bir huzurla doldugunuzu hisseder misiniz? Terapilerin en damardan olanidir bence iyi bir eseri en yuksek seste dinleyip kendinizden gecmek. Bir sureligine bedensizlesir, ruhunuzla dans edersiniz. Tum dunyevi ayrintilarin uzerine cikarsiniz. Artik coook asagilarda kalir kucuk dunyanizin minyatur telaseleri. siz siz olmaktan cikmisiniz, pahada tonlarca kulce altin, yukte tuyler kadar hafifsinizdir artik. Su gunler beynimde cinlayan melodiyi buraya eklemek istiyorum. Shine'ı seyretmis olanlar mutlaka hatirlayacaktir Vivaldi'nin bu eserini. Sumi Jo'nun tuyler urperten sesinin de katkisiyla donup donp bastan dinleyeceksiniz siz de belki benim gibi.

Shine'da zaman zaman goz yaslari icinde izledigim David Helfgott'un hayat hikayesi tamamen gercek. Dahi/sizofren bir piyanist olan David yarin ve p.tesi aksamlari İstanbul'da konser verecek. Bilet arayisi icindeyim. Filmi seyretmediyseniz ekteki muzigi dinledikten sonra ilk isiniz eminim filmi bulmak olacak. Bir dip not daha; Shine'da David'in yetiskinligini canlandiran Geoffrey Rush akil almaz bir performans sergilemisti.

Shine'dan kisa bir alinti:





Eser: Vivaldi- Nullo in mundo pax sincera

8 Eylül 2009 Salı

Mesaj kaygılı entry!


En sevdigim sembolun "peace" olmasi bir tesaduf degil aslinda. kendimi bildim bileli birileriyle baris halinde olamama durumu motivasyonumun dusmesine neden oluyor. Empatimi kurarim, ne gerekirse yaparim. Cunku bilirim ki her iyinin icinde biraz kotu, her kotunun icinde biraz da olsa bir iyi yasar. Ya da soyle ifade edebiliriz dogru egilip bukulmez gibi gorunse de kisiden kisiye degistigi suphe goturmez. Bu gibi durumlarda empatinin ustune bir de hosgoru eklememiz gerekir ki her zaman evde bulundurmamız gereken bir malzemedir bu. Bir dostum var benim. Cook eskilerden. Cok da sevdigim biri. Baris halini ihlal etmistik gereksiz yere. Ne bir kotulugumuz dokundu birbirimize, ne baska bir sey. Severiz de birbirimizi, biliyorum. Arayasim, gorusesim var, ozledim cok ama elim telefona gitmiyor bir turlu. Ne yapsam, ne etsem. Telepati kursam da ben aramadan o beni arasa. Yontemi bilen var mi aranizda :)

7 Eylül 2009 Pazartesi

İYİMSERLİK ANDI



Kendime söz veriyorum.

Aklımın dinginliğini hiçbir şeyin bozmasına izin vermeyecek kadar güçlü olmaya,

Karşılaştığım herkesle sağlık, mutluluk ve başarıdan söz etmeye,

Tüm arkadaşlarımın kendini değerli hissetmelerini sağlamaya,

Her şeyin aydınlık yüzüne bakmaya ve iyimserliğin gerçeğe dönüşmesine çabalamaya,

Yalnız en iyiyi düşünmeye, yalnız en iyi için çalışmaya ve en iyiyi beklemeye,

Başkalarının başarısından kendiminki kadar coşku duymaya,

Geçmişin yanlışlarını unutmaya ve gelecekte daha büyük başarılara ulaşmak için var gücümle çalışmaya,

Her zaman neşeli bir yüz ifadesine sahip olup selamladığım her canlı varlığa gülümsemeye,

Kendimi sürekli olarak geliştirmeye,

Başkalarını eleştirmeye zaman bulamayacak kadar çok zaman vermeye,

Kaygılanmayacak kadar yüreği geniş,

Kızgınlığa kapılmayacak kadar yüce,

Bozguna uğramayacak kadar güçlü,

Ve üzüntüye kapılmayacak kadar mutlu olmaya kendi kendime söz veriyorum!

denemeye deger.

Hafta sonu filmleri.


Hafta sonu izledigim 2 farklı ucta 2 super filmden bahsetmek istiyorum. Biri romantik. Jennifer Aniston'un Management adlı filmi. Erkek sevdi mi tam sever konseptini bire bir dogrulayan, sonundaki sahneyle duygusalliktan koparıyor.

"Sue, Mike'ın ailesinin sahip olduğu Arizona'da yol kenarında bulunan bir motelde kalmak zorunda kalmıştır. Bu sırada ikisi arasında bir şişe şampanyayla başlayan tanışıklıkları ikisinin de hayatının amacını ararken ülkeyi dolaştıkları bir maceraya dönüşür. Mike amacı olmayan bir hayalperesttir, Sue'nun arkasından onun çalıştığı Maryland'e gider. Fakat Sue'nun özenle kurduğu hayatında ona yer yoktur. Fakat ikisi de kendi istekleri peşinde koşarken, sonunda birbirlerinin hayatında önemli yerleri olacağını anlarlar."

Diger film, 16 Years in Alcohol / Alkolle Geçen 16 Yıl... Cok acayip film diye soze girmek istiyorum.

"Bir adamın alkolizmin toplumsal ve psikolojik hasarına karşı savaşını, ana karakterine yönelik aşikâr bir empatiyle anlatan, güven dolu bir film… Frank, ayakta kalmak için gereken tüm becerileri geliştirmiş, belli ki sokakların ürünü, güçlü kuvvetli bir genç adamdır. Çocukluğu babasının zamparalıkları ve ayyaşlığıyla, onu kuşatan kavgalar ve aile içi şiddetle sakatlanmıştır. Şimdi yirmili yaşlarında olan, gaddarlaşmış, hayatı kanıksamış Frank; kentin kabadayılarıyla takılır ve kafasına estiği zaman bela çıkarır. Ama aynı zamanda kim olduğunun farkındadır ve herkesin içinde güzel bir şey bulunduğuna inanır, yeter ki dünya o şeyin yeşermesini teşvik etsin. Frank için bu teşvik, Helen adında genç bir sanat öğrencisinin gülümsemesi biçiminde belirir. Helen, Frank'in olumlu özelliklerini çabucak farkeder, Frank ise alternatif bir rol modelinin varlığını keşfeder. Böylece Frank, daha iyi bir hayat ihtimalini, sahip olmak isteyeceği türden bir babanın istikrarlı hayatını, kadınların müdahalesiyle idrak eder. Ne var ki geçmiş o kadar da kolay silinmez ve bir taraftan eski arkadaşları, bir taraftan da kendi korkuları ve dürtüleri, Frank'in sonunu hazırlar…"

İki film de yeni degil aslinda... Management 2008, digeri 2003 yapimi. benim yeni elime gecti. Gormemis olanlara tavsiye edilir tarafimdan.

2 Eylül 2009 Çarşamba

İçeriye dogru giden yolda...


Yaşamayı secmek, sevmek kolay mi sanki? bir nedene baglamaksizin, nefes aldigin icin bile sukretmek gibi, ibadet edercesine sevebilmek, her getirdigini olgunlukla kapida karsilamak, gerektiginde bir "allahaısmarladik"la yolcu etmek, ozgurlestirmek. tum bunlar caba istemez mi?

Gun gelir, ofkesine, bencilligine, aldirmazligina, yalniz birakmalarina, ters yone donuslerine, icten ice curumuslugune sahitlik edersin. bir an gelir pes eder, icine doner, kalin giysiler giyer, duvarlar orup arkasina gizlenirsin. sonra yeni umutlar beslemek,
buyutmek gerekir. Degistirmeye calismadan, oldugu gibi, dogal haliyle kabullenmek ve sevmek, zor oldugu kadar gercekligin de ta kendisidir. Ruhun ucarken, ayaklarin yer basmasina gayret sarf etmek gerekir, yasama kök salmaya calismaktir tum caba.

agir agir buz tutarken yuregin ve icinin zangir zangir titremesine engel olmaya calisirken insanlarin gozlerindeki isigi, anlami ve derinligi aramaya koyulmak işe yarar bazen. en basta da aynadakinin...
yalnizca etten kemikten ibaret olmadigimizi bilmek iyi gelir. ama bu kusursuzlugu golgeleyen ayrik otlari bitmistir sagda solda. ket vuramadigin duygular, onyargilar, kirilmalar, incinmeler, beklentiler sarpa sarmistir her yani. temizlemek gerektigi asikardir. daha yukaridan gorebilmek icin, sarmasiklardan ozgur kilmak gerekmektedir gozlerini, ellerini, bedenini, ruhunu... supure supure, ovalaya ovalaya, citileye citileye, cımbızla dikenleri bir bir yakalayip ayıklaya ayıklaya... aci cekerek!

Hep derler ya kendine yaptigin yolculuk en uzunu, en cetinidir, diye. elbette oyle. ne kadar yol alsan hep daha da derinlestigini bilirsin. guzel tarafi da budur. yol bitmez, bitse yasam biter.

cuma gunu dolunay var. bu kez dolunay severlerle bir arada olacagim 4 eylul aksami.
bu da yeni bir kesif olacak.

baska bir plan daha, ruyalarimizi kovalamaya baslayacagiz bir grup arkadasla... yol bitmez dedik ya...

icimize yapacagimiz nice yolculuklara... gercek hayattan kopmamak sartiyla :)

Alttaki muzik: Requiem for a dream filminin soundtrack'inden Hope Overture...