8 Aralık 2011 Perşembe

7 Gerçeğim



Hakkımda bilinmeyen 7 gerçek nedir benim yaaa. Sibo sormuş da bakalım ben biliyor muyum :)))

  1. Moralim bozuk olduğunda uyurum. Bu bana çok iyi gelir. Uyandığımda olayın harareti azalmış olur içimde… Bizimkiler bu huyumu zaman içinde çözdüklerinden biraz erken uyusam n’oldular başlar :)

  1. Ayakkabılarıma hiç iyi bakmam. Güzelce temizleyip kaldırmam, arkalarına basarak çıkarırım… onlara özen göstermek mala mülke prim vermek gibi gelir. Ne saçma, alla alla, neden bu tip bir düşünce kalıbı geliştirdim acaba?

  1. Telefonla bir yerleri arayıp, iş halletmeye çok üşenirim. Sırf bundan dolayı, günlük işlerimi yoluna koyacak bir sekretetim olsun isterim.

  1. Şarkı söylemeyi çok severim. Daha doğrusu söyleyene eşlik etmeyi, böylece sesim kendime iyiymiş gibi gelir… Elimi mikrofon gibi yumruk yapar, kendimden geçerim. Kocacım halimi görünce bana karaoke mikrofonu almış. Allaaaah tutmayın beni.

  1. Çocukken hep sıkılırdım. Annemin kulağına eğilip, “anneeee ben sıkıldım ne zaman gidicez” derdim. Bi tarafım hala göçebe sanırım. Ancak “yay”dan “akrep”e geçtiğim şu dönem ivme kaybettiği bir gerçek….

  1. Son zamanlarda fark ettiğim bir şey, şüpheci oluşum… Kolay ikna olmuyorum. En bariz örneğini York Testi yaptırırken yaşadım. Yaptırmaya karar verdikten sonra bile bi acaba vardı kafamda…

  1. Sosyal medyada aktif olmayı hep istiyorum ama olamıyorum. Olanları gıptayla izliyorum, düzenli blog yazanlar, twit atanlar… Bir gün, belki, neden olmasın. Hatta şimdi “bloguma nasıl giriyordum” diye bile bi düşündüm. Ama sadece bi an için :P

10 Ekim 2011 Pazartesi

3 günlük Cunda dinlencesi -1




Aylardan ekim olmuş, havalar madem güzel gidiyormuş, iznim de hala mevcutmuş, neden bir yerlere gidilmiyormuş? Yakın olsa iyiymiş, denize de girilebilirmiş, sokak sokak gezilirmiş, neden Ayvalık olmuyormuş? Ayvalık oluyor da neden Cunda olmuyormuş. Bookingcom'a giriliyormuş, Cunda aratılıyormuş, karşımıza Moshinos gibi bir yer çıkıyormuş da, e daha ne duruluyormuş? Durmadık elbet. Bastık rezervasyona, aldık biletleri, koyduk giysileri çantaya, çıktık yollara. Cunda'yla ilgilenenler kulakları dikmiş merakla okuyordur bu yazıyı diye aralara uyarılarımı ve tavsiyelerimi de sokuşturacağım. Birrrrrrrrrr: Otobüs yolculuğu yapılacaksa "gece" yapıla! Yakın dedik, az gittik uz gittik, baktık 9 saat yol yemiş bütün bir günü. Arabayla 5 saat kadar olan Cunda-İstanbul yolu, Kamil Koç'la sağa sola uğraya uğraya bir gün sürdü. Sıkıcı mı, "yooo", bol zeytin ağaçlı keyifli bir manzara eşlik ediyor, ama günümüz kıymetli diyene gece yolculuğu ya da Balıkesir'e uçak tavsiye olunur. Not: Aradaki Eskihisar-Topçular feribotu güneşli günde içimizi açtı...

Feribot'ta Seda'yı arayıp 14.30 gibi ordayız dedim. Seda Moshinos'un cici sahibesi. 18 civarı biz geldik diye arayınca sesinden bizi ne kadar merak ettiği belliydi. Aramış ama ulaşamamış tabii. Bize otogarın önünden geçen dolmuşlara binip son durağa kadar gelin ben sizi karşılarım dedi. Sevindik. Yol aramayacak olmamız iyiydi. Vardığımız yer Yelken diye bir yermiş. Seda'ya geldik Yelken'deyiz deyince bir afalladı. Meğer ters tarafa doğru dolmuşa binmişiz. Cunda değil Ayvalığın son durağındayız, Sarımsaklı tarafı. Haydeee bi daha bin, 20 dakika daha yol git. İkiiiiiiiiiiiiiiii: Otogardan dolmuşa binerken "Cunda son durak" diye belirtile.  Neyse vardığımız yer tüm zahmete değdi dedirtecek cinstendi...

Üççççççç: Moshinos! Biz çok beğendik. Bu kadar mı özenilir, odaya, kahvaltıya, temizliğe... Rum tipi tasarlanmış, eskiye gönderme yapan bir tarzı var... Seda, çeşit çeşit reçeller, kekler, börekler pişirip misafirlerini şımartıyor. Ben geldiğimde çok şımarıktım, ama zamanla normale dönüyorsunuz.



Sahilde bir sürü restoran var. Biz ilk gece en sondaki Kaptan'ın Yerinde'de yedik. Çok kararlı bir şekilde burası dedim. İçimden bir ses "güzel" sinyali verdi. Haklıymış. Dörttttttttt: Papalina Kaptan'ın Yerinde'de yenile! Cunda'nın meşhur minyon balığı Papalina'nın en lezzetisini burada yedim.

Yemek sonrası adanın meşhur Taş Kahve'sine gittik. Türk kahvesi seviyorsanız, burada envai çeşidini deneyebilirsiniz: Dibek, damla sakızlı vs. Beşşşşşş: Taş Kahve'ye kesinkes gidile, kahvesi içile! Biz kahve içerken karşıdan nefis lokmalardan da aldık. Ohh ohhh...

Ertesi gün sabah erkenden kahvaltımızı edip Ayvalık Pazarına yollandık. Biz çok severiz pazar gezmeyi. Ivır zıvrı bol bir pazar buradaki. Giysiden sebzeye, balıktan incik boncuğa var da var... Çok otantik değilmiş ama nedense daha yerel ürünler aradı gözlerim...

O günün devamında Cunda'nın tepesine tünedik. Altııııııııııı: Değirmen'e çıkıla, güzel demli bir çay içile, manzara bakıla! Etraftaki tüm adaları tepeden görüp, temiz havanın dibine vuracağınız bu tepe noktasında eski bir değirmen ve kütüphane var. Rahmi Koç Müzeleri kapsamına alındığından son derece modern, temiz bir yer. Çıkarken yorulabilirsiniz. Taş yollar üzerinde yürüyeceğinizden spor ayakkabılarınızı takın ayağınıza. Haaa ya da arka yoldan arabayla da ulaşabilirsiniz. Ama Değirmen'e, evlerin arasından keşfede keşfede çıkmanız Yediiiiiii.ci tavsiyem olsun.

Arkası arkadan gelsin, yazmaktan yoruldum!




7 Eylül 2011 Çarşamba

biricik aşkım...

hastanede annenlesin... seni hep düşündüğümü ve yanında olduğumu bil. her şey yoluna girecek. sağlıkla çıkaracağız anneciği... iyi günde kötü günde seni hep çok seviyorum.

mutlulukla hüzün iç içe geçince...

güzel bir bayram dönüşü duygularıyla doluyken, hüzünle harmanlandı yüreğim. çocukluk günlerimden çıkıp gelen dingin bir yüz, sakin bir ses tonu, güzel bakan gözler, çalışkan, dürüst bir doktor, anlayışlı, güven veren, sıcak, samimi, içi dışı bir, dürüst, ömürlük bir eş, çok sevilen ve sayılan bir baba... şimdi gitti ama hep var olacak. ailesinin huzuru ve mutluluğu için var etti kendini, büyüttü aileyi, birbirine bağladı. gözlerimizden yüreğimize sıcacık duygularla akıyor şimdi. baba kaybetmenin ne demek olduğunu bilenler şimdi evlatlarının hislerini  iyi anlar. Ve eş kaybetmek... kimseye yaşatmasın... Onlar için sabır diliyorum şimdi, iç huzuru ve güç... dayanakları bol olsun...  Koray amca, rahat uyu... İyi ki tanımışız seni... herkesi mutlu ettin şu hayatta, şimdi arkanda bir sürü seven var. bu da bir ömre sığdırılacak en büyük hazine belki de...  

28 Haziran 2011 Salı

...beklerken bir işaret alırsın, sonra bir tane daha...

dün sabah masamı böyle buldum

...kuş tüyü, gökkuşağı, bulutların sizin niyetinize uygun olarak şekil değiştirmesi, yerde para bulmak... Eminim siz de, benim gibi durup dururken evde veya sokakta işaretlere rastlamışsınızdır.


Dün bu gökkuşağını masamda bulduğumda sevindim, çünkü tam da ihtiyacım olan bir anda belirivermişti. Hatta fotoğrafını çekip facebook'a koydum. Bu bir işaret miydi? iyi hissetmem için. tüm renkleri içimde barındırdığıma dair... içime su serpti. ferahladım bugün. Okuduğum yazıyla da pekişti iyice...      

27 Haziran 2011 Pazartesi

gece gece bir attila ilhan şiiri:





















gecenin ortasında ne işin var 
yıldızlara dokunma yanarsın 
bak birazdan ay da batacak 
karanlık bulaşmasın ellerine 
tersine döner yolunu bulamazsın 
içi dışı uzay tozu yansımalar 
sahi mi yalan mı anlayamazsın 

bir rüya gemisi iskele sancak 
dokunup geçiyor hayallerine 

ağlayasın gelir ağlayamazsın 
sevmek insanın yüreği kadar 
küçükse büyüğünü taşıyamazsın 
yalnızlığı da dene oldu olacak 
nasıl yankılanır derinden derine 
iyi midir kötü mü çıkaramazsın 

insan insanı kendisi tamamlar 
içinde başka dışında başkasın 
eksikliğin fazlana elbet bulaşacak 
öbürü sığacak bunun derisine 
yoksa sabaha sağ çıkamazsın

12 Mayıs 2011 Perşembe

Toprak 6. gününde

Canım arkadaşım İrem'in bücürük oğlu Toprak'ın bugün 6. günü... Alper duymasın ben İrem'e benzettim. İremcim kusura bakma biliyorsun biz türk insanları benzetmeden rahat etmeyiz :) Pek güzelsin maşallah Toprak'cım, çenene ve burnuna bayıldım bu arada... En alttakinde gülümsemiş mi ne :)

6 Mayıs 2011 Cuma

İrem artık anne!

Canım, kıymetlim İremcim bekledi, sabretti bugün doğum yaptı. Normal doğumla rahatça olmuş. Çok sevindim. Hep dua etmiştim kolaycacık olsun diye. Çok şükür. Toprak da İrem de çok iyi maşallah. Toprakcım minicik, dünya güzeli bir bebek. Kısmeti de güzel olsun. Ailecek İrem-Alper ve Toprak'a çok güzel bir gelecek diliyorum. Çok şeker bir aile oldular...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Sen neymişsin be...


Bir dönem bacaklarımda tuhaf bir uyuşma hissetmiştim. Uyuşma da denmez de karıncalanma gibi bi şey. Özellikle gece yattıktan sonra başlar, uyutmazdı beni bi türlü. Hissetmemek için boyna hareket etirirdim. Kalkar soğuk suyun altına tutardım sonra da yatarken duvara kaldırırdım. Kaç kere bacaklar duvara yaslanmış uyuyakaldığımı bilirim. Sonunda annemin de ısrarıyla bir ortopediste gittik. Belli mi olur, belki kireçlenmedir, romatizmadır... Film çekildi, bi şey yok. Rahatladık rahatlamasına bendeki bu  huzursuzluk neydi o halde? Doktorla sohbet ettikten sonra hayatımda ilk kez duyduğum bir rahatsızlığın teşhisini koydu: Huzursuz Bacak Sendromu. Komik di mi? Hı? yani ne? dedim doktora...  Şuymuş!


Doktorum bana magnezyum ve B6-12 vitaminlerini verdi. Nasıl bir şeyse bıçak gibi kesildi bunlardan sonra. Nasıl rahatladım anlatamam... Artık gece kolayca uykuya dalmak vardı.

O günlerden aklımda kalmış magnezyumun ne kadar gerekli bir mineral olduğu ve vücudumuz için ne kadar mucizevi faydalarının dokunduğu. İnanın bana okuduktan sonra eksik magnezyumla yaşamak istemeyeceksiniz.

İşte Magnezyum:


Mide-bağırsak bölgesinde, idrar yollarında, baldırlarda kramplar, kalp ritminde bozukluklar, boyunda ve omuzlarda kasılmalar veya sinirlilik, ellerde uyuşukluk ve karıncalanma, migren, dikkat azlığı, gürültüye karşı hassasiyet magnezyum eksikliğinin işaretleridir.

Hayati önem taşıyan 11 mineralden birisi olan ve doğal sağlık kaynağı olarak nitelendirilen magnezyum, başta stres olmak üzere çok sayıda hastalığa iyi gelir. Özellikle migrene karşı iyidir ve kalbi korur. Astım ve alerjik nezleyi hafifletir. Ayrıca cildi düzgünleştirir, saçı güzelleştirir, tırnakları kuvvetlendirir. Magnezyumun fazlasının zararı yoktur, çünkü fazlası sorun yaratmadan vücuttan atılır, vücut için gerekli olan magnezyumu almak için kakao, ıspanak, yağlı peynir, dil balığı ve muz gibi gıdalara ağırlık verilmelidir.



Annenin kulağına küpe olan...

...bir sözünü, paylaşıp yarışmaya katılmaya ne dersin?

TIKLA ANNE SÖZÜ



Hangimizin annesiden gelen bomba bi söz yoktur ki? O anda belki gereksiz buluruz ama sonra, biraz daha olgunlaştığımızda anlarız nedenini... Paylaş sen de... oylamaya katılsın, annen sayesinde bir hediye kazan. Hatta istersen sen de ona hediye et. Şimdiden tüm annelerin gününü kutlarım. Hepiniz cansınız...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Cevap veriyorum....

Yaz Aşkı'ndan bana bi mim sorusu geldi. "Blog yazmak nerden geldi aklına" diye... İlk blog yazımda bunu öyle güzel detaylandırıp anlatmışım ki bi daha yazmama gerek kaldı. Bu tavrımdan da anlayacağınız gibi ben biraz üşengecim. Bakın yazılmışı var şeklinde :))
Herkes bir sürü arkadaş edindi kendine, ben sadece yazıp kenara çekilenlerden oldum. üç beş yorum yazdığım eşim dostum var... Benim için günlük gibi kaldı. Kendin pişir kendin ye. ama ihtiyacım olan bu demek ki... şimdi geriye dönüp okuduğumda hoşuma gidiyor. Ablakuşum ve siboşum sağolsun, sayelerinde benim de bloğum oldu...

28 Nisan 2011 Perşembe

Sezercik...

Aklı olan dinler. adam gibi sessizce... Ama yok. Napacaksın ki sakalı yok… Ne ipuçları yakalayıp, sinyaller çakıyor, ama anlayana. Deli muamelesi görüyor çoğu zaman. “Her şeyi bilen” o oysa. Bilgeliğin ta kendisi. Her sorunun cevabı var da, ona hiç sormuyoruz ki. Çünkü böyle bir gücün içimizde bir yerde oluşu inanılmaz geliyor. Göz bir yere kadar görüyor, kulak bir frekansın üstünü duyamıyor. Algılarımızın bunlarla sınırlı kaldığını düşünmekle düşüyoruz en büyük gaflete. Üçüncü göz dediğin, altıncı his dediğin hep var da çağırmasını bilene. Özel bir güç de değil üstelik, insanda standart. Ama kontak anahtarını çevirene. Durup bir bakın arada, birinden kıllandığınızda, bir yerde huzursuz olduğunuzda, ara ara karşınıza çıkan işaretlerde hep bize özel mesajlar yanıp sönüyor. Sadece biz görelim diye, kişisel. Gerisi bize kalmış, ya dolduruşlarla geçecek, dolmuşlara binecek şu kısa ömür, ya o en saf yanımıza sığınarak, sezgilerimizle el ele...

“Beşer, sezermiş de bilmezmiş.” Bütün hikaye bu işte... 

27 Nisan 2011 Çarşamba

Ayrık otu...


Gözlerinin taaa içine içine bakarak sordu: 
-Var mı öyle bir şey? Başkasından duyacağıma sen söyle...
-Yau nerenden uyduruyorsun böyle şeyleri... Birileri seni dolduruyor ama kim, bi elime geçirirsem, göstericem gününü... Sen de amma safsın bu arada, hemen inanıveriyorsun. Olacak iş mi bu dediğin.
-Tamam canım bu kadar celallenme. Yok desen yeter, yalan söyleyecek değilsin ya...
Di mi???
-Aaaaa... ama yok dedim ya canım. Yok yere kendimi savunur duruma girdim.
-Savunacak bi şeyin yok ben de biliyorum aslında ama bi de senden duyarsam içim tam rahatlayacak...
-Tam rahatlama için görev başındayım. Yıkama yağlama her türlü masaj ve benzeri işler...
-Offfff ciddi ol biraz. Sen de böyle bişi duysan senin de içine bir bit yeniği düşerdi. Di mi?
-Hayır efendim düşmezdi. Ben sana güvenirdim. Böyle paranoyakça sorular sormazdım. Kendimi de böyle küçültmezdim.
-Şimdi sence ben senin karşında küçüldüm mü?
-Yani biraz kendine güvensiz görünüyorsun bu şekilde.
-Nasıl yapsaydım? Facebook’tan araştırma yapıp, cep telefonunu karıştırıp arkandan iş mi çevirseydim?
-Güzelim rahat ol, o duydukların doğru olsaydı çoktaaaan...
-Çoktaaaaa ne?
-Hala burdayım di mi?
-Sevinmeli miyim?
-Bit tabii
-Ne kadar da önemsedin kendini...
-Önemsiz miyim?
-Şu an evet...
-Eeee ne sorguluyosun o halde, evet oyumu bu kez onlara verdim... rahatladın mı? Sen de git bi kanal turu yap rahatlarsın...
-Oysa ben seni zaplamayı düşünüyorum, yani kanalını değiştirmeyi...
-Ehhh ne halin varsa gör o halde... senden daha 3 tane daha var bende... Dert değil... Boş ol boş ol boş ol...
-Anamın evine gidiyorum.
-Çocuklarını da al git... 3’ünü de...


26 Nisan 2011 Salı

yan yana, yana yana...


Bir anda silkelendim... içine düştüğüm umutsuzluk çukuru yavaş yavaş balçıklarıyla üzerimi örtmek üzereyken, nefes darlığı ve kalp çarpıntısı da eklenti olmuştu üstüne... çukurdan dışarı  kafamı uzattığımda güneşin sıcaklığını hissedeceğimi umuyordum, bahar geldi sandım. Ama yok, hava berbat. Bulutlar kara kara, pis pis üzerimde. Sigara dumanı gibi çökmüş. İğrenç de bir koku, kokuşmuşluk daha doğrusu. Kendi kendime silkelensem n’olur gibi bir durum. Sen istediğin kadar sallan yuvarlan, hâl vaziyetleri ortada. Yanımda benimle beraber kim var diye baktım. kimse yok. Herkesin kendi çukuru var herhalde. Ayaklandım. Üstüm başım fena, ama en azından aklım başımda nihayet galiba. Gözlerim kan çanağı olmuş uyumaktan. 8 saat uyku idealdir zaten, fazlasının ne faydası olmuş bana ne de bir başkasına. Çapaklarla çamurlar çıkmadı öyle ovalamakla falan. İlerideki su birikintisine gidip su çarptım yüzüme. Biraz olsun gözlerim görmeye başladı. İyi mi oldu ki? Kim olduğumu anladım sudaki aksimden. Allahın cezası biriymişim. Çukurdayken unutmuştum. Balçıkla sıvanmıştı pisliklerim, kaynamış gitmişti, vicdan falan çözülmüştü. Ama işte bir an geldi ki yüzleşme anı... elbet olacaktı. Kötüymüşüm. Bir çuval inciri berbat etmişim. Anamın babamın yüzüne nasıl bakabilmiştim? Ya da onlar benden utanmamış mıydı konu komşudan? Onlar ben gibi değildi, peki ama beni kim bu hale getirdi? Düzenin adamı olmuştum yani düzenbaz. Düzenin düzmeyenden farkı kalmamıştı ya zaten. Hep bi bahane buluyordum aklımdan geçen zırvalar için. Peki unutulur muydu eskiler? Çürüttüğüm gelecekler, darmaduman ettiğim beyinler, kararttığım aydınlıklar? Hafızaları zayıf deyip durmaz mıydık boyna bi aralar? Şanslıysam yeniden başlarım dedim. Hem bi yerlerde üç beş birikim de yapmışımdır kesin. Olmazsa başka diyarlara uçarım... dedim... Kim miyim? Ha ha ha... Haydi söyleyin bakalım!

22 Nisan 2011 Cuma

Bugün...

Sibelim demiş ki "bugünkü sen"i bir fotoğraf, bir şiir ve şarkıyla anlat... Duygusal günlerdeyim... bir çok soru geçiyor kafamdan... kendimle, ülkemle, gelecekle ilgili. karamsarlığa teslim olmadan... bazen ipin ucunu kaçırarak. eskiye büyük bi özlemle... çocukluğuma, dedeme, babama, tanımasam da kocamın babasına tüm ailenin bir arada olduğu günlere... hatta abartıp orada olmasam da çanakkale savaşındaki mücadeleye, kurtuluş mücadelemize... çok fenayım çok. çok doluyum... sebepler malum... vesile oldu döküldü bu satırlar... gözlerimden de yaşlar.... fazla söze gerek yok, ne zaman dinlesem beni hep çok uzaklara götüren, Cem Karaca'nın sevda kuşun kanadında şarkısı...

bugün buyum işte....


Bugün dünya günüymüş... Barışın içimizde yeşermesini umarak...
bugün buyum işte....














Şiir değil de şarkı sözü... Aynı şarkıdan... Cem Karaca kaleminden dökülenler... Bugün buyum işte...

Sevda kuşun kanadında
Ürkütürsen tutamazsın
Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın
Hayat sırrının suyunu
Çeşmelerden bulamazsın
Ansızın bir deli çaydan içersin de kanamazsın...

Yarın 23 Nisan... Bayraklarımızı sallandıralım camlardan. Ama hissederek... Yaşayarak, anlamını bilerek ve düşünerek. Adet yerini bulsun diye değil asla...
Tüm çocuklara neşeli bir gün, aydınlık bir gelecek diliyorum. Kendi ülkelerinde, özgürce, barış içinde...

Ödüllü yarışmamızda sıra oylama yapmada!

"Bugünkü aklımda çocuk olsaydım..." sorumuza cevap verenler arasında en beğendiğinize oy verin...
tıklayın, oylayın!

19 Nisan 2011 Salı

Toprak geldi geliyor.com

bi maruzatım olacak...
irocum var ya irocum, şu yandaki sevimli
Koskoca hamilelik dönemini neredeyse tamamladı ve artık bugün ajanstaki son günü... Hem seviniyorum evde dinleneyeceği ve büyük güne yaklaştığımız için hem de hüzünleniyorum uzunca bir süre her gün burada buluşamayacağımız için...





Hepimiz Toprak'ı sabırsızlıkla bekliyoruz. Ne çok yakışacak arkadaşıma annelik. irem ki sorumluluk sahibidir, ince düşüncelidir, neşelidir, çözüm üreticidir, eminim anneliği de çok iyi becerecek... her türlü kolaylıklar diliyorum canım arkadaşım sana. zaten hep birlikte olacağız.

Çok seviyorum seni tatlı kız....

Bugünkü aklımla çocuk olsaydım...

...konulu, büyüklere "Ödüllü 23 Nisan Yarışması"na katıldınız mı?. Sizin de edecek bir cümleniz varsa, burda ne duruyorsunuz daha? Hayyyydi dooooğru, şuraya! :) 


1 Nisan 2011 Cuma

Ojelerde yeni renkler keşfediyorum!

Bana ne oldu bilmem? Görenler şaşırıyor. benim formatımda böyle ojeler yoktu. ama dedim ki ne var yani, kural mı var? önce mor, sonra turuncu, bugün de mavi denedim. hoşuma gidiyor açıkcası. daha ne kadar renk varsa toplayacağım piyasada. Simli olanlar tercihim değil. Matları seviyorum. Az önce yazaşkı elinde asetonla geldi. dışarıdan almış. bu hızlı değişimde ihtiyacım olacağını düşündü sanırım. Yoksa kötü oldu sil şunu mu demek istiyo?!^&+%/())===)=?  

Bu benimki :) 


18 Mart 2011 Cuma

Bloglardaki yasağın kalktığı şu günlere...

kalbimizdeki zincirler hala sıkı sıkı, canımızı acıtıyor... uğruna kan dökenlerin yoktan var ettiği bir vatan ki şimdi kiraya verilmeyen bir avuç toprağa hasret kalmış... bir dünya ki, kaynakları tüketilen, en ufak deresine kadar zaptedilmiş... içim acıyor içim...

















18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma Günü'nde, hayatını vatanımıza adamış kutsal yürekler anısına...

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver! Bu sessiz yığın, bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
istiklal uğrunda, namus yolunda, can veren Mehmed’in yattığı yerdir.










Deprem, tsunami ve ardından patlak veren nükleer felaket dolayısıyla cehennemden günler yaşayan japonya için hepimiz bir dakika gözlerimizi kapatıp acılarını paylaşalım... ve yenilerinin yaşanmasına engel olmak için nükleer tesislerin yapımına izin vermeyelim. ne ülkemizde ne de dünyanın herhangi bir yerinde... 

4 Mart 2011 Cuma

Kulağımıza küpe...

Nazik olmak üzerine Sidney J.Harris

Geceleyin bir arkadaşımla bir gazete bayisine doğru yürüdük, kendisi bir gazete aldı. Sonra da gazete bayisindeki satıcıya tesekkur etti. Satıcı ise hiç aldırmadı bile.

Oradan uzaklaşırken
- Somurtkan bir arkadaş değil mi!?
diye yorum yaptım.

- Oh, o her gece aynı!
diye omuz silkti arkadaşım.

- O zaman neden ona bu kadar nazik olmaya devam ediyorsun?
diye sordum.

..ve arkadasım yanıt verdi:

- Nasıl davranacağıma onun karar vermesine neden izin vereyim ki?

28 Şubat 2011 Pazartesi

BLOĞUMA DOKUNMA!

Sabah yazaşkından duydum. Meğer dün gece bloglar kapatılmış, herkes kafayı yemiş tabii. Onca paylaşım, anı yok olmuş. Yok olmasına olmaz da, değiştirirsin ayarlarını bir şekilde erişirsin yine. Ama hoş mu yani yasaklanmak! Hem de yok pahasına... Sebep güya: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/463846.asp imiş... Ne olursa olsun özgürlüklerimiz bizim. İnsan olmak başkalarının haklarına da en az kendi hakkına olduğu kadar saygı göstermek değil midir? Biz öyle öğrendik...

7 Şubat 2011 Pazartesi

Bir çocuğun mutluluk anları...

Tatlı yemezdi, çikolatayı alır ağzına, tadını beğenmez tükürürdü. Ama noldu, insanlığın en büyük zaafına o da yeni düştü ve işte karşınızda sıcak çikolata içen bir kız çocuğunun (Yazcım) halet-i ruhiyesi...

Aşk filmi seven herkesi ama özellikle Ankaralıları kalbinden vurdu geçti!

İyi bir şey bekliyordum da bu kadarını değil... Ömer Faruk Sorak'ın rafine anlatım tarzı, Mehmet Günsur'un zaten bir an bile süphe duymayacağım "iyi olacağına" dair inancımla elimize geçen özel gösterim davetiyesiyle koşa koşa Citys'e koştuk Ufuk ve ben... Orada buluştuğumuz Deniz ve Bahadır'la birkaç kadeh şarap devridik... Ve "nasıl oluyor da kokteylde alkol servisi yapılabiliyor"la ilgili ileri geri lafladık, biraz sonra başımıza geleceklerden habersizdik...

Ankara'da (tahminimce Ankara Doğumevi) başlayan bir hikayenin içinde buluverdik birden kendimizi,"Aşk Tesadüfleri Sever"de... Devamında İstanbul-Ankara arasında geçen keyifli sahnelerle dolu bir masal aşka tanıklık ettik... Konuya girmeyeceğim, gidip izlemek gerek. Her ne kadar, ablama sonuna dair önemli bir ipucunu ağzımdam kaçırmış olsam da izlemek farklı olacak herkes için. Çünkü bu film iliklerinize kadar işleyecek bir kurguya sahip... Gerek diyaloglar, gerek müzikler, gerek oyunculuk (Belçim'le ilk kez bu filmde tanıştım. filme yakışmıştı, doğaldı), görüntü yönetmenliği ile ara vermeksizin sonuna kadar ilgimizi ayakta tuttu.. Kah gizli gizli ağladık, kah birbirimize baktık yan gözle... Ufuk'la biz o yaşlarda tanışmamış olsak da filmdeki hastanede doğmuştuk, 2 ay arayla... aynı yaşlara kadar yakın semtlerde yaşamıştık. sonra istanbul'a geliş... vs. vs. kendi hikayemizi anlatmayacağım şu an. ama eminim herkesin gönül tellerinden birini tıngırdatacak bu film.

Yaptıysak bu kadar iltifat, tertemiz blog sayfalarımızdan birini ayırdıysak var elbet bir nedeni...