31 Aralık 2009 Perşembe

Yeni bir başlangıç fırsatı...




Her gun yeni bir deneyimle dolu... yeni bir yonumuzu kesfediyoruz. Mutluluk ve huzur gelirsin tüm bu keşifler...
Okuyan-okumayan herkes icin bu sene iyi bir sene olsun...

Yeniden ben...



Uzunca bir aradan sonra, bloguma yeniden sahip cikmak adina buradayim... Yilin son gunu mu, yeni yilin ilk gününe bir kala mi bilemedim. Cok cesitli duygular icindeyim.

Sibel Atasoy demis ki: "yeni başlangıçların ancak kişinin radikal kararları ve bunları uygulama konusundaki sarsılmaz niyeti ile ilgili olabilir, artık dışardan dayatılan başlangıç ve sonlara ilişkin kendimizi kandıramaz olduk."

Ben de bu sene, ozellikle de sonlarina dogru kendim icin bir takim tohumlar ektim topragima, buyusunler, beni de buyutsunler diye... Yeni yilda, kendimde yesertiklerimle yenilenmek ve degismek umuduyla...


Bir süre sonra,
Bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasındaki
İnce farkı öğrenirsin,

Ve aşkın yaslanmak,
Birlikte olmanın da güvende olmak
Anlamına gelmediğini öğrenirsin,

Ve öpücüklerin sözleşme
Ve hediyelerin de vaat olmadığını öğrenmeye
Başlarsın,

Ve yenilgileri
Başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın,
Bir çocuğun üzüntüsü ile değil, bir yetişkinin
Zarafeti ile,

Ve her şeyi
Bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin
Çünkü yarın ile ilgili her şey belirsizdir.

Bir süre sonra
Güneşin ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin
Eğer fazla maruz kalırsan

Bu yüzden,
Başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden
Kendi bahçeni yarat
Ve kendi ruhunu kendin süsle.

Ve göreceksin ki dayanıklısın…
Ve kuvvetlisin,
Ve değerlisin.

Veronica A. Shoffstall

20 Ekim 2009 Salı

Bilincaltimi nasil cozumlerim? Cevap: Ruyalar


Bir kitap vardi yaz basindan beri elimde. Havuz basinda falan okudugum. Araya baska kitaplar da girdigi icin, cok anlamlandiramadan bitirdim, yazik oldu. Ama kafamda guzel bir hikaye ve akici bir dile sahip oldugu kaldi... Adı: Sırıtkan Kırmızı Ay! Gun gelip de kitabın yazari Sibel Atasoy'un kisisel gelisim yolundaki arkadaslarimdan biri olacagini kim bilebilirdi ki!

Simdi bir grup yolcu Sibel Atasoy'la beraber rüyalarimiza dogru bir yolculuga ciktik. Herbiri simgeler ve bilincaltimiza ait ipuclariyla dolu ruyalarimizdan ogrenecegimiz cok sey var. Neden mi? Nedeni gayet acik: Bilincimiz 0-6 yas arasinda geliştirdigimiz onyargilarla örtülü... Bu sabit fikirlerden arindigimiz tek an rüyada olduklarimiz. Bu nedenle, derinlerde ne hissettigimizi ancak ruyalarimizi desifre ederek cozebiliyoruz. Kendimizi tanimak icin kossskocca bir adim atmis oluyoruz.

Bu arada cok onemli bir not: Ruya analizi ancak ve ancak kisisel yapildiginda dogru bir yol gosterici olabilir. Gazetelerden, internetten bakilan ruya tabirlerinin bizi anlatmasi imkansizdir. Ruyada gorulen hikayenin, kisinin veya objenin, goren kisi icin ne ifade ettigini ogrendikten sonra yapilan analiz bilincaltindaki gercekligin bir izdusumudur.


Elveda degil, sonra gorusuruz...


Prof. Ünsal Oskay (d. 1939, Şanlıurfa - ö. 17 Ekim 2009), Türk toplumbilimci. Kitle iletişim teorileri, popüler kültür, iletişim sosyolojisi ve kültür sosyolojisi konularında çok sayıda çalışması olan Oskay Türkiye'de iletişim bilminin kurucusu sayılmaktadır.



Google'da arattiginizda karsiniza cikan kelimeler bunlar. Oysa onun nefesini hisseden, sohbetinin tadını alan ogrencileri olarak cok daha fazlasini bilir, kendimizi sansli biraz da ayricalikli hissederiz. Bildiklerimizi her zaman onun kadar iyi ifade edemesek de...

Universite hayatimin unutulmaz yuzu ve sesi kulagimdan asla gitmeyecek ölümsüz kahramanı : Unsal Oskay, Unsal Hoca...

Dun sizi sonsuzluga ugurladik, sevmezsiniz belki ama hınca hınc dolu avluda, alkislarla... Alkisi belki de en cok hak eden, bilgi ve nukteyi ustalikla harmanlayan bir derya, bir deniz oldugunuz icin, icimizde duya duya, acımızı ellerimizden çıkarırcasına...

Bitti mi yani bir donem, yoksa zaman izafi, dunya tamamen bir illüzyon mu gercekten. Ders oncesi Gul Cafe'de "hayat dersi kabul ettigimiz" sohbetinize baslayip, cafeye "hocam biz sizi sinifta bekliyorduk" diye iceri dalan ogrencilerinize, "Ben basladim bile, oturun burada devam edelim" diyebilecek kadar hayatin icinde olan siz degil miydiniz? Simdi nerdesiniz? Bir yerlerde bilgiyi bosaltmaya devam ediyor musunuz? Ustalarin sakinmadan, comertce bilgiden kurtulmak istemesi bu yuzden mi, zamani kacirmaktan korkarcasina, telasla, toprak olup gitmeden kendinden cikartmak...

Theodore Adorno'yı tanimadan, anlamadan mezun olamazdi kimse dersinden ya da Marx'ı... Moby Dick'i yeniden kesfetmeden onu anlamazdiniz ya da populer kulture yabancilasmadan irdelemeyi becerebilmeyi...

Dersler ve kavramlar bir yanda dururdu hep ama insanlik hep on plandaydi. Adalet, vicdan, sonuna kadar dusundugunun arkasinda durabilmek.

Hayatin nesnesi degil, oznesi olabilirsek, ne mutlu bize... (Ref: "Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım". Yazar: Unsal Oskay)




12 Ekim 2009 Pazartesi








İremcim, benim dogumgununden 1 gun sonra yani 5 Aralik'ta dunya evine girmeye hazirlaniyor. (ne demekse dunya evi, digerleri ne uzay evi mi, ayaklarin yere basmasiyla bir ilgisi olabilir mi?)
İrem'in asama asama asama, ev begenme ve tutma, gelinlik modeli secme, sac modeli belirleme asamalarinda hep birlikteyiz. Hem onun heyecanini paylasmis oluyor hem de dugununde ne giyecegime ne sac yapacagima ben de karar vermeye calisiyorum. Bugun dergilerde gece elbiselerine bakarken bir fantezi urettim. Bilgi caginin dibine vurdugumuzdan "neden dedim, begendigim elbiseye dergide dokundugum anda siparis vermis olamiyorum. daha oraya gelemedik mi?" Daha oralara gelemedik ama o da yakindir. sonra irem'e donup "tembellikte gelinen son nokta" dedim ve aslinda cok eglenceli bir seyi neden sanal yapmaya ozendim ki diye gecirdim icimden. Ogle yemeginde İrem, Sibel ve ben karar verdik, bir c.tesi sabahtan İstinyepark'a gidip, giyip cikaralim, insan gibi canli canli kumaslara dokunalim dedik...

Yasasin hala insanca yasamak.

24 Eylül 2009 Perşembe

Babanı en son ne zaman gordun?

Bazen bir film izlersiniz hayat degisir ya da baska bir film izlersiniz hayatiniz gozlerinizin onunden gecer bir film seridi gibi… Bir film izlersiniz ya da, bu sefer kendinizi yerine koyarsiniz sectiginiz karakterin. “Ben olsaydim onun yerinde…” diye gecirirsiniz icinizden, “onun kadar cesur olabilir miydim, onun kadar iyi dovusebilir miydim gecmisi golgeleyen yaralarla?” Bazen bir film izlersiniz yazmak istegi uyandirir sizde. Ya da baska bir film izlersiniz kendi hayatinizdaki bir seyle bag kurarsiniz arasinda. Adini bile hatirlamazsiniz belki bir sure sonra filmin ya da kimin oynadigi hakkinda en ufak bir fikriniz bile olmaz uzerinden belirli bir zaman gectiginde. Yasamis olmasaniz da yasamis kadar olursunuz ve ozdeslestiginiz karakter, bag kurdugunuz olay, uzerinde dusundugunuz dialog uygun bir zaman kollar, gun gelir size yol gosterici bir rol oynar hayatinizda.

İyidir sinemaya kaptirmak, kaptirik olmak. Yasamiyorsak, yasayanlardan dinleriz hayatin farkli melodilerini...

Bu film de oyle bir film... Duygulari uyandiran cinsten. Babasindan sonsuza dek ayrilacagini idrak ettigi an icine dusen atesle, tum gecmisi sorgulamaya baslar Colin Firth’in canlandirdigi karakter.Sevgi, nefret, ofke, acima gibi tum uc duygulari babasina besleyen, bu agir yuku yillarca pesinde surukleyen birinin bundan kurtulmasi elbette cok kolay olmayacaktir...


Filmi seyrederken ben de dusundum babami en son ne zaman gordum diye... Ruzgarli bir geceydi, uzerimi ortmeye gelmisti babam, karanlikta belli belirsiz gordum onu. Panjuru indirdi ruzgardan korumak icin beni... 10 sene onceydi. Sonra sessizce sonsuzluga karisti. İsmi Savas'ti ama baristi varligi. Geride bende sonu olmayan bir huzun kaldi.


Dunden sonra, yarından once yasam durur!


Ufuk Çizgisi aramızdan ayrılmış. Yalnızca takma ismiyle hafızamda yer almış, kısa bir an yaşamlarimiz kesismis... Bir duaymıs son satirlarini dolduran. "İsin, evladin, omrun ve olumun" hayirlisini dilemis. Olumun de hayirlisini dilemek gerek elbette. Aci cekmeden, kimseye cektirmeden... Var olus amacini kesfedip, gerceklestirdikten sonraki huzurla. Arkanda kirginlik birakmadan, usulca... Yasamak ve yasamamak arasindaki ince cizgide yol alirken, dokundugumuz yasamlara ne katabildigimiz, kendimizi ne kadar dogru ifade edebildigimizin farkındaliginda.

Ufkumuzda yeni bakis acilari cizdigin ve kendini bizlere ictenlikle actigin icin tesekkur ederiz sana, rahat uyu Ufuk Cizgisi.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Bana Hukmet!


Yazmaya deger bir film daha izledim. Bugunlerde daha cok filmlerle yasiyorum sanirim. (Sibo, dun gece tum iyi niyetimle Twilight'i izlemek icin koydum dvd'yi, calismadi)
Bahsedecegim filmin ismi Reign Over Me -Bana Hükmet... Cok sevdigim bir adam Adam Sandler basrolde. 2007 yapimi.

Sokaktan gecerken scooter'ın üzerinde universitedeki oda arkadasi Charlie'yi (Adam Sandler) gorur Alan... Uzun zamandir gormedigi icin ve aslinda arayip da bulamadigi icin heyecana kapilir. O gun yakalayamaz ama kader onlari bir kez daha karsilastirir. Charlie Adam'i hatirlamaz ama birlikte takilmaya baslarlar. Charlie tuhaftir. Kopuktur. Kulagindaki muzikle yasar. Hayattan fisini tamamen cekmis gibidir. Alan arkadasi icin elinden geleni yapmaya baslar/calisir. Ama onu hayata geri cekmek ciddi bir mucadeledir.

Charlie yuksek sesli muzikle dolastigi gibi yuksek sesle batari de calar... Kafa sesini duymaktan korkuyordur... Neden mi? Filmi izlemeniz gerekiyor... Sonlara yakin mahkeme sahnesinde Adam Sandler'ın kulakligina siginip, kendini ortamdan kapatmaya calistigi bolumde goz yaslarimi tutamadim.

Adam Sandler'i zaten cok severdim. Bu filmdeki performansiyla kalbimdeki yerini biraz daha saglamlastirdi. Psikiyatrist rolundeki Liv Tyler'ı ise baya bir estetiklenmis gordum. Yazik dedim icimden cok guzeldin zaten, ne gerek vardi. Magazinlerden birinde okuduguma gore bu estetik yuzlere Pillow Face/Yastik Yuz deniyormus. Gecenlerde Meg Ryan'ı izledigimde de cok hayiflanmistim yeni yuzu icin. Her neyse konudan sapmayalim.

Film Digiturk'te oynuyor. Eylul ayi icinde izlenebilir...

11 Eylül 2009 Cuma

Bir dahi, bir sizofren, bir muzik, bir dunya ustu deneyim firsati...

Klasik muzigin iyisine denk geldiginizde, siz de arindiginizi, ilahi bir huzurla doldugunuzu hisseder misiniz? Terapilerin en damardan olanidir bence iyi bir eseri en yuksek seste dinleyip kendinizden gecmek. Bir sureligine bedensizlesir, ruhunuzla dans edersiniz. Tum dunyevi ayrintilarin uzerine cikarsiniz. Artik coook asagilarda kalir kucuk dunyanizin minyatur telaseleri. siz siz olmaktan cikmisiniz, pahada tonlarca kulce altin, yukte tuyler kadar hafifsinizdir artik. Su gunler beynimde cinlayan melodiyi buraya eklemek istiyorum. Shine'ı seyretmis olanlar mutlaka hatirlayacaktir Vivaldi'nin bu eserini. Sumi Jo'nun tuyler urperten sesinin de katkisiyla donup donp bastan dinleyeceksiniz siz de belki benim gibi.

Shine'da zaman zaman goz yaslari icinde izledigim David Helfgott'un hayat hikayesi tamamen gercek. Dahi/sizofren bir piyanist olan David yarin ve p.tesi aksamlari İstanbul'da konser verecek. Bilet arayisi icindeyim. Filmi seyretmediyseniz ekteki muzigi dinledikten sonra ilk isiniz eminim filmi bulmak olacak. Bir dip not daha; Shine'da David'in yetiskinligini canlandiran Geoffrey Rush akil almaz bir performans sergilemisti.

Shine'dan kisa bir alinti:





Eser: Vivaldi- Nullo in mundo pax sincera

8 Eylül 2009 Salı

Mesaj kaygılı entry!


En sevdigim sembolun "peace" olmasi bir tesaduf degil aslinda. kendimi bildim bileli birileriyle baris halinde olamama durumu motivasyonumun dusmesine neden oluyor. Empatimi kurarim, ne gerekirse yaparim. Cunku bilirim ki her iyinin icinde biraz kotu, her kotunun icinde biraz da olsa bir iyi yasar. Ya da soyle ifade edebiliriz dogru egilip bukulmez gibi gorunse de kisiden kisiye degistigi suphe goturmez. Bu gibi durumlarda empatinin ustune bir de hosgoru eklememiz gerekir ki her zaman evde bulundurmamız gereken bir malzemedir bu. Bir dostum var benim. Cook eskilerden. Cok da sevdigim biri. Baris halini ihlal etmistik gereksiz yere. Ne bir kotulugumuz dokundu birbirimize, ne baska bir sey. Severiz de birbirimizi, biliyorum. Arayasim, gorusesim var, ozledim cok ama elim telefona gitmiyor bir turlu. Ne yapsam, ne etsem. Telepati kursam da ben aramadan o beni arasa. Yontemi bilen var mi aranizda :)

7 Eylül 2009 Pazartesi

İYİMSERLİK ANDI



Kendime söz veriyorum.

Aklımın dinginliğini hiçbir şeyin bozmasına izin vermeyecek kadar güçlü olmaya,

Karşılaştığım herkesle sağlık, mutluluk ve başarıdan söz etmeye,

Tüm arkadaşlarımın kendini değerli hissetmelerini sağlamaya,

Her şeyin aydınlık yüzüne bakmaya ve iyimserliğin gerçeğe dönüşmesine çabalamaya,

Yalnız en iyiyi düşünmeye, yalnız en iyi için çalışmaya ve en iyiyi beklemeye,

Başkalarının başarısından kendiminki kadar coşku duymaya,

Geçmişin yanlışlarını unutmaya ve gelecekte daha büyük başarılara ulaşmak için var gücümle çalışmaya,

Her zaman neşeli bir yüz ifadesine sahip olup selamladığım her canlı varlığa gülümsemeye,

Kendimi sürekli olarak geliştirmeye,

Başkalarını eleştirmeye zaman bulamayacak kadar çok zaman vermeye,

Kaygılanmayacak kadar yüreği geniş,

Kızgınlığa kapılmayacak kadar yüce,

Bozguna uğramayacak kadar güçlü,

Ve üzüntüye kapılmayacak kadar mutlu olmaya kendi kendime söz veriyorum!

denemeye deger.

Hafta sonu filmleri.


Hafta sonu izledigim 2 farklı ucta 2 super filmden bahsetmek istiyorum. Biri romantik. Jennifer Aniston'un Management adlı filmi. Erkek sevdi mi tam sever konseptini bire bir dogrulayan, sonundaki sahneyle duygusalliktan koparıyor.

"Sue, Mike'ın ailesinin sahip olduğu Arizona'da yol kenarında bulunan bir motelde kalmak zorunda kalmıştır. Bu sırada ikisi arasında bir şişe şampanyayla başlayan tanışıklıkları ikisinin de hayatının amacını ararken ülkeyi dolaştıkları bir maceraya dönüşür. Mike amacı olmayan bir hayalperesttir, Sue'nun arkasından onun çalıştığı Maryland'e gider. Fakat Sue'nun özenle kurduğu hayatında ona yer yoktur. Fakat ikisi de kendi istekleri peşinde koşarken, sonunda birbirlerinin hayatında önemli yerleri olacağını anlarlar."

Diger film, 16 Years in Alcohol / Alkolle Geçen 16 Yıl... Cok acayip film diye soze girmek istiyorum.

"Bir adamın alkolizmin toplumsal ve psikolojik hasarına karşı savaşını, ana karakterine yönelik aşikâr bir empatiyle anlatan, güven dolu bir film… Frank, ayakta kalmak için gereken tüm becerileri geliştirmiş, belli ki sokakların ürünü, güçlü kuvvetli bir genç adamdır. Çocukluğu babasının zamparalıkları ve ayyaşlığıyla, onu kuşatan kavgalar ve aile içi şiddetle sakatlanmıştır. Şimdi yirmili yaşlarında olan, gaddarlaşmış, hayatı kanıksamış Frank; kentin kabadayılarıyla takılır ve kafasına estiği zaman bela çıkarır. Ama aynı zamanda kim olduğunun farkındadır ve herkesin içinde güzel bir şey bulunduğuna inanır, yeter ki dünya o şeyin yeşermesini teşvik etsin. Frank için bu teşvik, Helen adında genç bir sanat öğrencisinin gülümsemesi biçiminde belirir. Helen, Frank'in olumlu özelliklerini çabucak farkeder, Frank ise alternatif bir rol modelinin varlığını keşfeder. Böylece Frank, daha iyi bir hayat ihtimalini, sahip olmak isteyeceği türden bir babanın istikrarlı hayatını, kadınların müdahalesiyle idrak eder. Ne var ki geçmiş o kadar da kolay silinmez ve bir taraftan eski arkadaşları, bir taraftan da kendi korkuları ve dürtüleri, Frank'in sonunu hazırlar…"

İki film de yeni degil aslinda... Management 2008, digeri 2003 yapimi. benim yeni elime gecti. Gormemis olanlara tavsiye edilir tarafimdan.

2 Eylül 2009 Çarşamba

İçeriye dogru giden yolda...


Yaşamayı secmek, sevmek kolay mi sanki? bir nedene baglamaksizin, nefes aldigin icin bile sukretmek gibi, ibadet edercesine sevebilmek, her getirdigini olgunlukla kapida karsilamak, gerektiginde bir "allahaısmarladik"la yolcu etmek, ozgurlestirmek. tum bunlar caba istemez mi?

Gun gelir, ofkesine, bencilligine, aldirmazligina, yalniz birakmalarina, ters yone donuslerine, icten ice curumuslugune sahitlik edersin. bir an gelir pes eder, icine doner, kalin giysiler giyer, duvarlar orup arkasina gizlenirsin. sonra yeni umutlar beslemek,
buyutmek gerekir. Degistirmeye calismadan, oldugu gibi, dogal haliyle kabullenmek ve sevmek, zor oldugu kadar gercekligin de ta kendisidir. Ruhun ucarken, ayaklarin yer basmasina gayret sarf etmek gerekir, yasama kök salmaya calismaktir tum caba.

agir agir buz tutarken yuregin ve icinin zangir zangir titremesine engel olmaya calisirken insanlarin gozlerindeki isigi, anlami ve derinligi aramaya koyulmak işe yarar bazen. en basta da aynadakinin...
yalnizca etten kemikten ibaret olmadigimizi bilmek iyi gelir. ama bu kusursuzlugu golgeleyen ayrik otlari bitmistir sagda solda. ket vuramadigin duygular, onyargilar, kirilmalar, incinmeler, beklentiler sarpa sarmistir her yani. temizlemek gerektigi asikardir. daha yukaridan gorebilmek icin, sarmasiklardan ozgur kilmak gerekmektedir gozlerini, ellerini, bedenini, ruhunu... supure supure, ovalaya ovalaya, citileye citileye, cımbızla dikenleri bir bir yakalayip ayıklaya ayıklaya... aci cekerek!

Hep derler ya kendine yaptigin yolculuk en uzunu, en cetinidir, diye. elbette oyle. ne kadar yol alsan hep daha da derinlestigini bilirsin. guzel tarafi da budur. yol bitmez, bitse yasam biter.

cuma gunu dolunay var. bu kez dolunay severlerle bir arada olacagim 4 eylul aksami.
bu da yeni bir kesif olacak.

baska bir plan daha, ruyalarimizi kovalamaya baslayacagiz bir grup arkadasla... yol bitmez dedik ya...

icimize yapacagimiz nice yolculuklara... gercek hayattan kopmamak sartiyla :)

Alttaki muzik: Requiem for a dream filminin soundtrack'inden Hope Overture...

28 Ağustos 2009 Cuma

YORUMSUZ




BU YAZ KESFETTİGİM MUHTESEM TATLAR!

KATMER
İlki yaz başında bir arkadaşımın tavsiyesiyle yediğim Tokat Katmer'i... Balla muhteşem oldu. Pekmezle, beyaz peynirle ya da krem çikolatayla da denenebilir.

SPRITZ
Bir diğeri, Venedik'e has farklı bir içki. İsmi Spritz. Yalnızca burada var, İtalya'nın herhangi bir yerinde arasanız da bulamıyorsunuz.

Spritz, beyaz şarap ya da
Prosecco şarabı, biraz Apero veya Campari, biraz maden suyu, içine bir dilim portakal veya bir adet zeytin konularak ve martini bardağında içiliyor.

BABA
Sıradaki yeni tat Napoli'den Baba tatlısı. Bizim şambaba tatlısı mantığında ama genelde tezgahtan al-ayak ustu atistirmalik bir sey.
Yani bizim sambaba kadar ballı değil. Yolunuz duserse yemeden donmeyin.

MELONCELLO
Limoncello'yu cok seven biri olarak, bana gore yemekten sonra hazmettirici (digestive) olarak tercih edilebilecek bir diger likor de İtalya'da yeni icat Meloncello...
Mantik ayni. yalnizca limon yerine kavundan yapiyorlar. Ben ikisinden de getirdim. Buzlukta bekletilip icildinde tadina doyum olmuyor. Kısacası içene yeryüzünde cenneti yasatiyor.



ANALI KIZLI VE TAŞ KADAYIF
Cihangir'deki Tiyek'te en güzelini bulabileceğiniz bu iki Adana lezzeti beni benden aldı götürdü.
Sevgili Gül ablanın ellerine sağlık.
http://www.cihangirlink.org/places/tiyek-lokanta/


27 Ağustos 2009 Perşembe

Kucuk bir tatil zamanım geldi.



Kendi basima ya da eslik etmek isteyen biri cikarsa bana 3-5 gunluk bir kafa izni vermek istiyorum kendime... birkac yer var aklimda, guzelim yaz gunleri sona ermeden biraz kacmam lazim artik. bir proje var, 2 hafta sonraya sunumunu yapacagimiz yani eylul'un 2. haftasi uygun olabilir. kendimi ona gore planliyorum.
Assos, Bozcaada, Alacati, Kazdagi... Hangisi olursa olsun, soyle doğal bir plaj olsun, agustos bocukleri otsun, katmer-ayran yiyeyim, gece gec vakte kadar oturup ay isiginda keyif yapayim... ahh ahhh... insallah.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

MUM ALEVİ İLE OYNAYAN KEDİNİN ÖYKÜSÜ

Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında.

O evde bir kedi vardı.

Geceler indiğinde kendi havasında

Mum yanar, kedi de oynardı.

Mumun yandığı gecelerden birinde

Kedi oyunlarına daldı.

Oyun arayan gözlerinde

Mumun alevi yandı,

Baktı,

Mumun titrek alevinde

Oyuna çağıran bir hava vardı.


Oyunlarını büyüten kedi büyüdü

Kendi türünde çocukcasına,

Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü

Geldi mumun yanına, oyuncakcasına.

Bir baktı, bir daha, bir daha baktı

Mumun alevinin dalgalanmasına

Uzandı bir el attı.

Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı...

İlk kez gördüğü mumun yakmasına

İnanmayacaktı.


Kedi oyunlarında büyüyordu,

Mum, üşüyordu yanmalarında.

Zaman ikili yürüyordu

Aralarında.

Bir ayrışım görünüyordu

Birinin yanmalarında

Öbürünün oynamalarında.


Kedi oyunlarında büyüyordu,

Yitirerek gitgide oyunlarını.

Mum küçülüyordu yanmalarında,

Yitirerek gitgide yakmalarını.


Oynarken büyüyen kedi yanacak,

Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.

Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,

Büyüyen yana yana anlayacaktı.


Bir mumun yanmasından

Ve bir kedi oyunundan

Kaldı sonunda

Bir gecenin tam ortasında

Bir evin bir odasında

Göz-göze susan

İki insan.


Mum yandı bitti

Kedi büyüdü gitti.

oyunlar karıştı gecelerde

Suskun uykusuzluklara.


O iki insandan, sonunda

Birinin anılarında kedi,

Birinin dalmalarında mum

Kaldı gitti.


Nerede bir mum yansa şimdi,

Nerede oynasa bir kedi,

Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri...

Bugün dün gibi oluyor,

Dün bugün gibi.

Mum ellerimi tırmalıyor,

Belleğimi yakıyor kedinin elleri.


ÖZDEMİR ASAF

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Havuz sefalarimin sonu yaklasirken...

Ne cok sey var dusunecek. yalniz kaldigim anlar bu yuzden cok degerli. bugun havuzda yine neler geldi neler gecti kafamdan. anlam veremedigim, cozup sonuca ulastiramadigim, arayip konusup acikliga kavusturamadigim bir seyler var kafamda. her seye ragmen mutluydum bugun. ruzgarli ve gunesliydi hava. tekneler ve martilar dolasiyordu etrafta. bir sure tek basimaydim, evimin havuzunda gibi... tek basima yuzdum. yaz bitecek diye uzuluyorum bu nedenle. bu sene kendim icin yaptigim en iyi seydi havuz uyeligim. bana bu akli veren ibrahim eke'ye ne kadar tesekkur etsem az...

21 Ağustos 2009 Cuma

Kıssadan hisse



Başıboş bir halde yaşayan fakat o halinde Allah'ı arayan kimsenin tutumu,
Kur'an okuyan fakat gönlü Allah'ta olmayan kimseden hayırlıdır.

Hacı Bektas Veli'nin Vasiyetnamesi'nden

20 Ağustos 2009 Perşembe

Ajda nostalgia!


Cok fazla sevdigim sarkisi var. Ajda'nin kendisi de benim icin cok ozel. Evde annemin aldigi plaklar arasinda vardi cooook yillar once. O yillardan beri (estetik ameliyatlardan bahsetmiyorum), kendini her daim yenileyen, formunu koruyan, estetik, esprili cok ozel bir kadindir Ajda. Seviyorum seni. Aksam Harbiye'de Ajda konserine gidiyorum. Bu heyecanli anlatisim ondan... Asagidaki sarkilari da dinlemek gerek :)




19 Ağustos 2009 Çarşamba

''Sana ihtiyacim var, gel'' diyebilmekmis guclu olmak!



Bunca zaman bana anlatmaya calistigini, kendimi buldugumda anladim.
Herkesin mutlu olmak icin baska bir yolu varmis,
Kendi yolumu cizdigimde anladim.
Bir tek yasanarak ogrenilirmis hayat, okuyarak, dinleyerek degil.
Bildiklerini bana neden anlatmadigini, anladim.
Yureginde ask olmadan gecen her gun kayipmis,
Ask pesinden neden yalinayak kostugunu anladim.
Aci doruga ulastiginda gozyasi gelmezmis gozlerden,
Neden hic aglamadigini anladim.
Aglayani guldurebilmek, aglayanla aglamaktan daha degerliymis,
Gozyasimi kahkahaya cevirdiginde anladim.

Bir insani herhangi biri kirabilir,ama bir tek en cok sevdigi, acitabilirmis,

Cok acittiginda anladim.

Fakat, hak edermis sevilen onun icin dokulen her damla gozyasini,
Gozyaslariyla birlikte sevincler terk ettiginde anladim.
Yalan soylememek degil, gercegi gizlememekmis marifet,
Yuregini elime koydugunda anladim.
''Sana ihtiyacim var, gel! '' diyebilmekmis guclu olmak,
Sana ''git'' dedigimde anladim.
Biri sana ''git'' dediginde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmis sevmek,
Git dediklerinde gittigimde anladim.

Sana sevgim simarik bir cocukmus, her dustugunde ziril ziril aglayan,
Buyuyup bana simsIki sarildiginda anladim.
Ozur dilemek degil, ''affet beni'' diye haykirmak istemekmis pisman olmak,
Gercekten pisman oldugumda anladim.
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymis,
Sevgi dolu yureklerin gururu olmazmis,
Yuregimde sevgi buldugumda anladim.
Olurcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermis bir gun affedilmeyi,
Beni af etmeni olurcesine istedigimde anladim.
Sevgi emekmis,
Emek ise vazgecmeyecek kadar, ama ozgur birakacak kadar sevmekmis...


Can Yücel yazmis, ben de anlamli buldum, anlamaya calistim bu yaziyi... Anladim, anlami cozdum.

18 Ağustos 2009 Salı

Kurbaga dede hos geldin evimize!

Cilgin kurbaga koleksiyoncusu Beste'nin kendi gibi kacik ablasi Deniz dev bir kurbagayla cika gelmis... Yumusacik, gece sarilmalik, uyumalik. Evimizin en buyugu oldu, otoritesinden dolayi kendisine "Dede" ismini verdim. (koltukta oturan) Firsat bu firsat rahatlarini bozmadan evdeki sakinleri de fotografladim, tanisin diye. Buyuk bir aileyiz biz. Arkadaslarim, ailem sagolsun dunyanini dort bir yanindan kurbaga getiriyorlar bana. Koleksiyonum aldi basini gitti. Gunun birinde muze acarsam sasirmayin.

PandoMIM

İrosum mimlemissin beni...


1. Neden blog yazarsınız?


Sozle dile getiremediklerim, konusup da anlatamadiklerim, biriktirip de bosaltamadiklarim icin okuyanlari bana dogru bir yolculuga cikarmak belki...


2. Son zamanlarda vakit ayıramadığınız bir uğraş?


Fotograf cekmek... Baktigim her goruntuyu kadrajlamaya alisiktim bir zamanlar oysa ki...


3. Şansli oldugunuzu dusundugunuz 3 şey?


Aileme layik biri olmak... Zeki olmak... Saglikli olmak


4. Mutfakta en sevdiğiniz uğraş?


Yemek yemek, yeni bir seyler denemek, becerikli birini yemek yaparken izlemek


5. En sevdiğiniz üç yemek?


Biber dolma, makarna, tarhana corbasi


6. Giyim konusunda abarttığınız eşya?


Ayakkabi...


7. Çocuklarınıza nasıl hitab edersiniz?


Bir kızım olsa adini Ezgi koyarim. Ona da Ezguuuş diye seslenirim sanirim. Oglum olsa Ekin olur belki ismi ona da Ekişşşşşşşşşşşşşşşşşş :)))


8. Sizi anlatan bi resim?



Gercek guzelligi ne kadar uzaktan tanirsiniz?




Fransız şirketi Evian’ın anketine katılan makyaj uzmanları, moda editörleri, fotoğrafçılar ve model ajansları kalın kaşları, anlamlı bakan gözleriyle Audrey Hepburn‘ü (1929-1993) “tüm zamanların en doğal güzeli” seçerler. Evian’ın anketinde oy kullanan Elle dergisi güzellik editörü Rosie Gren, “Audry, doğal güzelliğin vücut bulmuş halidir” diyor. Dik yürüyüşü, bir kuğuyu andıran boynu ve zarafetiyle kendine sonsuz güvenen, iç huzuru bulmuş bir kadın portresi çizen Audrey Hepburn’e güzelliğin sırları sorulduğunda cevabı bütün kadınlara, hatta erkeklere rehber olacak nitelikteydi:
“Çekici dudaklara sahip olmak istiyorsanız, dudağınıza tatlı sözden başkasını dokundurmayın. Güzel gözleriniz olmasını istiyorsanız, güzel insanlarla göz göze gelin, gerçek dostlar edinip sık sık görüşün. İdeal beden ölçülerine sahip olmak ve zayıf kalmak istiyorsanız, yemeğinizi yoksullarla ve açlarla paylaşın. Alımlı saçlara sahip olmak istiyorsanız, çocuğunuzun günde en az bir kere saçlarınızı okşamasına izin verin. Dikkat çekici pozlar vermek istiyorsanız, yanınıza bilgelik ve alçak gönüllüğü alarak yürüyün. Asla cahilce ve gururla yürümeyin. Bir kadının güzelliği giydiği elbisede, beden ölçülerinde ya da saç stilinde değildir. Bir kadının güzelliği gözlerinden okunur. Çünkü gözler, kalbe yani aşkın yaşadığı ülkeye giden kapıdır. Bir kadının güzelliği; yüzündeki benlerden değil içinde sakladığı ruhundan okunur; sevgiyle gösterdiği ilgi, beslediği tutkudur. Ve güzellik, geçen yıllarla birlikte yalnızca daha da artar.”

GERÇEK GÜZELLİĞİ ARAYAN, TANIYAN, KENDİ İÇİNDE BULAN TÜM GÜZEL İNSANLARA BURADAN KOCAMAN BİR ALKIŞ.

Şarkısız olmaz, favori yatak seslerimden biri olan Carla Bruni'den "Those Dancing Days Are Gone" şarkisini dinleyelim biraz...